4.08.2010

Bozun Bozu Bozburun ve Güzel Söğüt


Blog okumalarına iyiden iyiye kendimi kaptırmış durumdayım. O kadar renkli, hoş ve de kendine özgü sayfalar var ki ister istemez günlük işlerim arasına giriverdi bu aktivite de. Tabiki insan doğası gereği kendimi kıyaslamadan, daha ne kadar çömez ve yetersiz olduğumu kendi kendime vurgulamadan da duramıyorum. Halbuki bu unutulması gereken düşüncelerden biri; çünküüüü burada eğlenmek için bulunuyorum, dahası amacımız kamuyla paylaşımı açık tutmak, yeni bir şeyler öğrenmek ve ufku genişletmek, ve ve ve de en önemlisi içimdeki bu yazma isteğini azıcık olsun, hayatta tatmin edebilmek... :)

Efendim tatil günceleri uzar gider, bahsini geçirmiştim, yaz yaz bitmez.. Ama anlatmak istediğim bir kaç yercik daha kaldı dağarcığımda, az sabır diyerekten Bozburun yolculuğumuza başlıyorum, yalnız önce aklıma gelen ufak bir notu da geçivermek istiyorum. ;)

Losta!

Burası Selimiye'de küçük bir dükkan..içindeki renkliliği görünce, mekanın dar geldiğini siz de anlayacaksınız. İsmini aratınca web üzerinde, aşağıdaki bloğa denk geldim, ve iyi ki de gelmişim diye geçirdim içeriğindeki resimleri gördüğüm zaman. Fazla söze gerek yok; ben ne yazık ki bu kadar fotoğrafı bırakın, tek bir kare bile ayıramamışım arşivimde Losta'ya, haksızlık etmişim. Lütfen aşağıdaki blog'tan bakın, tanıyın ve de mutlaka uğrayın. Ben şimdilik sevdiceğimin bana hediyesi kolyemle teselli buluyorum, bir dahakine sepetimi ağzına kadar da doldurmayı düşünüyorum. ;)

http://nonim.blogspot.com/2010/08/losta-selimiye.html

Gelelim Bozburun'a. :)

Yollara düşünce Bozburun isminin nereden geldiğini daha da iyi anladık. Gerçekten bozun bozu bir coğrafya, öncesinde yeşillikler içinde başlayan yol Selimiye'den itibaren iyice çoraklaşıp, yüksek tepelere dönüşüyor. İnsan elinde olmadan "hangi akıl buralara gelip de bir hayat kurmuş" diye düşünmeden edemiyor. :) Belki de insanları cezbeden bu bakirliği,ıssızlığıdır kim bilir!

En sonunda, bu kavrukluğun içinde döne dolana bir yerleşim merkezine vardık. Çok küçük bir yer Bozburun, belki görüntüde Selimiye'den bile daha renksiz, ama her ne hikmetse bu  açık deniz havası, bu ferahlık bize yaradı, hoşumuza gitti...Bozburun'u bağrımıza bastık, onun bizi bağrına bastığı gibi. :)



Denizin hemen kıyısında anca tek arabanın geçebileceği bir yol var. Bu yaz taşıt trafiğine kapatmışlar, aslında ilk başta söylenmiştik azıcık ama sonra denize girerken bunun pek de fena bir fikir olmadığına karar verdik. Zira o yolun hemen yanındaki, dibindeki yerlerden denize giriyorsunuz, eğer geçerse araba kafanızın üzerinden geçiyor neredeyse siz şezlongunuza yayılmış şekilde mırıl mırıl güneşlenirken. :)))



Suna Teyze'nin pansiyonunda ayırtmıştık yerimizi, ama bir katakulli sonucu kızı Tuna'nın misafiri olduk. Halimizden memnunduk gerçi, koccamaaan dubleks evin bir katını bize verdiler. Yine de bizim gözümüz yeni yapılan apartta kaldı. Israr edin yeni binadan isteyin yerinizi, inat edin, hır çıkarın yine de orada kalın fikrimce. :) En güzel keyif sabah balkona çıktığınız anda denizle burun buruna gelmeniz, ama açıkcası Bozburun civarında denizle burun buruna gelmemek pek de mümkün değil. Sabah kalkınca denize girerek yıkadık yüzümüzü, ardından Suna Teyze'nin yeşil bahçesinde ağaç altında, denize bakarak yaptık dolu dolu kahvaltımızı. Asla unutamayacağım sanırım ne Bozburun ekmeğinin, ne de kıpkırmızı dometeslerinin tadını.

Bozburun içinde küçük bir tur attığınız zaman  karşınıza sizi şaşırtan, "canım bunun burada ne işi var." dedirten küçük dükkanlarla, kafelerle karşılaşıyorsunuz. Bu kadar dünyanın bir ucunda bir yerleşke içerisinde bu kaddaar keyifli yerleri görebilmek beni açıkca söylüyorum hayretler içinde bıraktı. :)


İlk gece, yemek için Orfoz'dan yer ayırtmıştık günler öncesinden. Rezervasyonsuz gidebilmenin çok da mümkün olmadığı mekanlardan biri Orfoz, toplasan , olsa olsa 7-8 masalık denize sıfır küçük bir butik restaurant. Kendisine ait bir menüsü var. Karadan ulaşımsa sınırlı, çünkü belli bir noktadan sonra aracınızı bırakıp patika yoldan ilerlemeniz gerekiyor. Telefon ederseniz eğer sizi karadan kendilerine ait bir tekneyle aldırıyorlar 5-10dk içinde. Biz bu konuda biraz karışıklık yaşadık ve de açıkcası ilk anda mekanda bizi karşılamaları bu güzel mekana hiç de yakışır kibarlıkta olmadı. Bilinmeli ki, her Bozburun'u ziyaret eden kişinin burayı avucunun içi gibi bilmesi mümkün değil, dahası bizim burayı ilk ziyaret edişimizdi..ve de bahtsızlık ki bize tarif ettikleri apart'ın aynı isimde bir eşi de kaldığımız yere çok yakında konumlanmaktaydı. Yine de bu beklenmedik yolla ilgili rötarın keyfimizi bozmasına izin vermeyerek, tatil anılarımız içinde gülünmesi gereken bir dipnot olarak kalmasını tercih ettik. :)



Haklarını yememek lazım, gerçekten zevkli bir yer yapmışlar. İnsan imreniyor. Önünüze getirilen herşey belli bir zevkin ürünü,hepsi seçmece, size hizmet eden insanlar çok kibar, her zaman dikkatleri üzerinizde, özetle servis de mükemmel. Biz fırında midye, ızgara ahtapot ve kalamar, ana yemek olarak da orfoz balığıyla devam ettik. Yemeğimizi de tatlı tatlı, kıvamında bir "cream caramel" ile tamamladık. Fırında midyeyi mutlaka deneyin derim, ben neredeyse parmaklarımı yiyordum. Tek eleştirel , ortak düşüncemizse şu oldu; "bütün tatlardaki benzerlik"..muhtemelen marinesinden kaynaklı. Bu konuda kesinlikle uzman olarak görmüyorum kendimi, ama tatlardaki benzerlik açıkcası birazcık sıkıcı geldi bana,bize. Yine de Bozburun civarındaysanız, hayatınızda bir kere olsun burada yemek yemelisiniz derim. ;)




Bozburun'da herkes ya balıkçı ya da tekne sahibi, eğer koyları gezmek isterseniz sahile çıkıp bir tekneyle anlaşabilir ve de denize açılabilirsiniz. Biz de ikinci günümüzü kapı önünden deniz, ardından bahçede kahvaltı sonrası bu şekilde değerlendirdik. 2-3 saatlik bir deniz üstü esintisi bize yetti de arttı bile, ki bol bool da suyun içinde cup cup yüzüldü. Adakapısı denilen yer gerçekten görülmeye değer, bir arkadaşımın görmeden önce bana söylediği gibi birazcık Bahamalar etkisi var. :) (sankim Bahamalar her yaz tatil yaptığımız yer. :P )

E malum deniz yoruyor, acıktırıyor..sürekli hopla zıpla, denize atla.. kafamızın içinde "ne yesek,ne yesek" yüksek ses bağrınmaları arasında karaya ayak bastık. Basar basmaz da günün neredeyse sabah, akşam, her daim dolu olan yerine Lokum Mantı Evi 'ne kendimizi dar attık. Mutlaka ve mutlaka uğranılası, yemek yenilesi listeme bu yeri eklemek istiyorum. Ailece çalışıyorlar, herşey taze, kalanı yiyorsunuz, ayrıca çok da evimde yemek yermiş edasıyla keyif yaptım..ve de çok da lezzetliydi. Menümüz; portakallı enginar ( son ikinin birini biz, birini arka masamız aldı.Harikaydı! ), bir porsiyon mantı (uzun süredir böyle lezzetli mantı yememiştim. Kesinlikle ev yapımıydı.),yanında zencefilli ev yapımı limonatalarımız (keşke taze nane de olsaydı içlerinde ), ve de tabiki benim yoğun ısrarlarımla dondurmalı, yine ev yapımı irmik tatlısı (kesinlikle bu da taptazeydi.)


Bozburun'daki son gecemizi Söğüt'e ayırdık, Güzel Söğüt'e..

Bir kaç kişi yolu hakkında farklı referans verdi. Ama sonunda biz göz karartıp arabamızla gitmeye karar verdik, zorlanırsak, aman aman bozuksa döneriz diye. Açıkçası denizden gitmek nasıl olur bilmiyorum, fakat bence kara yoluyla da gidilmeli Söğüt'e..Yol Gemi yapım atölyelerinin arasından gidiyor, hani bir korku, gerilim filmi çekilse bu civarda çekilsin derim. Birden karşınızda bir tekne,yat iskeleti, ölüsü, ya da neredeyse bitmeye yakın gıcır gıcır olanı bitiveriyor. Sanki ruhları varmış gibi ayaktalar. Denizse yer yer o kadar karanın içine doğru ilerliyor ki, ben elimde olmadan "buradan önceden büyük bir nehir dökülüyormuş denize" diye bıdı bıdı yol boyunca senaryolar ürettim. Evet, dar bir yol, neredeyse tek arabalık, ara ara çukurlar var. Ama hiç üzerinden geçilmeyecek gibi de değil. ;)

   


Döne döne döneee tırmanıyorsunuz Söğüt'e doğru, içinizden "aman panik yapmıyayım, ama bu köy deniz kenarında değil miydi yahu ?! " diye söylene söylene. Sonrasında öyle bir manzara kucaklıyor ki sizi...anlatılmaz, ancak yaşanır. Neden günü Söğüt'te batırmak gerektiğini işte o an, o noktada anladım. :)

Biz yemek için Denizkızı'nı tercih ettik. Burası da rezervasyonlu gelinmesi gereken bir yermiş, şansımız yaver gitti sonuncu masayı kaptık. Bizden sonra bir grubu daha kabul ettiler ama, içerden masa çıkararak. Denizin hemen kenarında, kumsalın içinde neredeyse yemek yediğiniz yer.. ve öyle güzel batıyor ki güneş karşınızda. :)

                          

Ahtapot yiyorsunuz, hatta sadece ahtapot yiyorsunuz. Bu kadar bol, dolu dolu ahtapot ızgara yapıldığını burada gördüm ben..zati yerken de tamamiyle kıh'ladım. :)

Gece dönüşte şöfor alkolü fazla kaçırınca araba kullanma keyfi bana kaldı. Tam üç tane tilki gördük,geçti önümüzden. Umarım bu bakirliği hiiiiç bozulmaz buraların...

2 yorum:

  1. Sevgili Mine link paylaşımın ve güzel sözlerin için çok teşekkür ederim, benim için de Losta & Selimiye bu yazdan kalan en güzel ve renkli anılar oldu, tekrar yolumun düşmesini umut ediyorum ;)
    Sevgiyle kal,
    Noni

    YanıtlaSil
  2. Umuyorum güzel paylaşımlarınız devam eder. Hevesli takipcinizim.. :)

    İzmir'den de Rusya'ya sevgiler.

    YanıtlaSil