22.10.2012

Bozburun Yine Yeni Yeniden! :)

Bundan yaklaşık 2 sene kadar önceki blog yazılarımdan birinde Bozburun'dan bahsetmiştim. (http://www.mineaytac.blogspot.com/search/label/Bozburun) 3 hafta kadar önce eşimle, işte o beraber çıktığımız ilk tatil anılarımızı yad ettik. :) 

Gezlong üzerinden denk geldiğim bir kampanyayı görünce eşime "Gel seni Bozburun'a kaçırayım." dedim. :) Uzun zamandır tekrar gitmek istiyorduk, kırmadı beni tabiki. Bizim için Bozburun'un yeri ayrı. Sanırım duygusal bir bağ var aramızda...eninde sonunda, günün birinde tekrar ve tekrar, içimizde bir şeylerin bizi oraya atacağını biliyoruz. Her gidişimizde ayrı keyif aldığımız, dinlenip neşelendiğimiz yerlerden biri Bozburun. :) O yüzden üzerinden çok da zaman geçmeden, sıcağı sıcağına yazmak istedim bu kaçamağımızı, biraz tekrar olsa da. 

Aslında yazın ve birkaç tatil fırsatında da gitmek için yer bakmıştım Bozburun otellerinde. Ama ya çok pahalı geldiler, ya da benim, bizim basiretimiz bağlandı, 2 senedir tekrar o taraflara uğrayabilmek bir türlü nasip olmadı. Bu sefer göz kararttık, çıktık yola. ;)

Gerçekten deli işi bir kaçamak oldu aslına bakarsanız, 350 km'nin üzerinde yol yapmak, bir yere neredeyse günübirlik gitmek için hiç de akıl karı değil. Ama her anına değerdi; zerre yorgunluk ve pişmanlık oluşmadı bünyemizde! :)



Hani kaba bir deyim vardır ya "Kargalar.....yemeden", nokta nokta kısmını siz tamamlayın lütfen, hah işte tam da o vakitlerde, cumartesi sabah saat 6'yı biraz geçe yollara atmıştık kendimizi. İlk durak, ilk sefer Bozburun'a gidişimizde olduğu gibi Çınar'dı. Karnımız oldukça açıkmış bir şekilde, saat 9 civarlarında Çınar Restaurant'a vardık. 2 sene önce nasılsa, aynı bıraktığımız gibi bizi bekliyordu herşey. Tek fark, yaz sezonu kapanmış olduğundan ortalık biraz daha sakindi.






Yeşillikler içinde, etrafınızda kazlar, tavuklar, kedicikler... biraz onları, biraz kendimizi besleyerek dolu dolu, zengin bir kahvaltıyla renklendirdik sabahımızı. :)

Serpme kahvaltı (içine puf böreği de dahil) + sucuklu yumurta + otlu peynirli gözleme + 2 tane taze nar - portakal suyu, tıka basa yemenin bedeli 50 TL, kişi başı 25 TL. Açık açık yazıyorum ki, 2 sene sonra tekrar gidebilirsek fiyatları kıyaslayabilelim. ;)







Selimiye - Bozburun yolu keyifli, deniz kenarından giden manzaralı bir yol. Her geçişimde ayrı zevk alıyorum, etrafta “aa şuna bak, aa buna bak” diyebileceğiniz şey çok ! Selimiye’yi geçerken otelimizi arayarak nerede olduğumuzun bilgisini verip, bizi nasıl alabileceklerini soruyoruz. Sonrasında da manzaraya dayanamayıp Selimiye’ye kuş bakışı, 5 dakika fotoğraf molası veriyoruz.


Bozburun’a girerken oteli tekrar arayıp ufak bir tarif alıyoruz. Zaten aşinayız çevreye, son durağımızı bulmak hiç zor olmuyor. :) Çantaları indir, arabayı uygun yere park et derken bizi almaya gelen tekne de görünüyor kıyıda (kıyıdan otele ancak dar bir patika uzanıyor, bu yüzden ulaşım deniz üzerinden)..ve hoop denizin üzerindeyiz. :) Başka hiçbir yerde böyle bir bakirlik, böyle bir hava, böyle bir mavilik yok sanırım. Bütün yol yorgunluğu uçup gidiyor. Deniz havasını içimize çeke çeke yol alıyoruz suyun kıpırtıları üzerinde. :)



2 sene öncesine göre birkaç bina eklenmiş kıyı panaromasına...ama yine de hala doğanın yabanlığı koruyor kendini. O yeni binalardan biri otelimiz; Baldan Suites. Henüz bu yazın başında başlamışlar hizmet vermeye. Hemen yanında Karia Bel, onun da yanında Bozburun Yat Kulübü..., sağında, koyun içine doğru Orfoz ve de onun yanında Sabrina’s House.

    Orfoz ne yazık ki kapanmış, taşınıyorlardı..Bodrum'daki restaurana yatırım için satmışlar Bozburun şubesinin olduğu evi...yeni sahibi konut olarak kullanacakmış. :(



Deyim yerindeyse kapıda karşılanıyoruz. Bütün personel, otel müdüründen, teknedeki kaptanımıza kadar herkes çoook samimi ve içten. Gezlong üzerinden standart oda almış olmamıza rağmen jest yaparak bizi deniz manzaralı, deluxe odaya yerleştiriyorlar. :)




Ufak bir kahve ikramının ardından odamıza geçiyoruz, ve de hemen üzerimizi değiştirip atıyoruz kendimizi deniz kenarına. Şansımıza, bize söylenene göre, hava birkaç gündür bozuk olmasına rağmen günlük güneşlik, sıcacık..deniz daha da sıcak! :)) Sezonu bool güneşlenip, denize girerek kapatıyoruz...Bozburun’da balık oldum daha ne! :))


Akşamüstü tekneyle Kapı Ağzı'na götürüyorlar otel müşterilerinden isteyenleri, adadaki tavşanları görüyoruz. Biraz etrafa bakıp bol bool yüzmeye devam ediyoruz. Deniz dibinde kabuk avına çıkıyorum heyecanla, zorla çıkarıyorlar sudan. :) Otele döner dönmez oyalanmadan odamıza çıkıp hazırlanıyoruz. Akşam planımız belli; 2 senedir sayıkladığımız Söğüt’te batırmak günü.

Tekneyle bizi aldıkları yere bırakıyorlar. Arabamızı alıp yola çıkıyoruz. Herşey 2 sene önce bıraktığımız gibi. Yol üzerindeki tekneler, yatlar...doğanın gerilim filmlerinden fırlamış gibi duran ıssız halleri...








Gün batımına az kala, 20 – 30 dakikalık yol sonrası ulaşıyoruz Söğüt’e. Hiç oyalanmadan Denizkızı Restaurant’a yürüyoruz sahilden. Bomboş ortalık, 2 sene önce ucundan son masayı kapmıştık. Bizim arkamızdan bir çift daha giriyor restaurana. Ardından masalar doluyor akşam yemeği için yavaş yavaş, şaşırıyoruz. :) Söğüt’ün gün batımı gibisi yok...keyfimize diyecek de! :)






Daha çok ot ağırlıklı, hafif birkaç meze söylüyoruz; pazı kavurması, börülce, kabak çiçeği dolması, rakının olmazsa olmazı kavun + peynir. Levrek yemek istemiyoruz. Lagos büyük geliyor. Barbunda karar kılıyoruz. Asıl 2 senedir sayıklayıp, hayalini kurduğumuz ahtapotun keyfini çıkarmak istiyoruz doya doya. Benim isteğimle geleneksel Tekirdağ seçimimizi de yeşil üzüm rakısıyla değiştiriyoruz. 20’lik istiyoruz yola çıkacağımız için,” yok 35’lik verelim kalanı ayarlarız” diyorlar, “peki” diyerek kaderimize boyun eğiyoruz. :)



Ufak ufak demlenerek  günü batırıyoruz. Ardından acele etmeden ahtapot ızgaramızı koyuyorlar önümüze. Hiçbir yerde Söğüt’te yediğimiz ahtapotun tadını bulamadık, bulamayacağız sanırım. Et lif lif ağızda dağılıyor, yumuşacık. Yine hayallerimizde kalıyor lezzeti, sırf bunun için bile gelinir Bozburun’a, Söğüt’e. Ardından balık..bu arada bakmışız 35’liğin dibini de bulmuşuz anlamadan. Deniz havası içirip, yediriyor napalım?! :) 




Yemeğin sonunda ağzımızı tadlandıralım diyoruz. Ahtapotun sırrını öğrenmeye çalışırken ne önerirsin diye soruyoruz garsonumuza, ser verip sır vermiyor uğraşlarımıza rağmen ama tatlı için ekmek kadayıfı diye ısrar ediyor. Hiç oraların ekmek kadayıfının meşhur olduğunu duymamıştım, benim bildiğim ekmek kadayıfı yiyeceksen Afyon’a gideceksin. İkbal’in şehir içindeki ilk yerine. ;) “Vardır bir bildiği” diyerek kabul ediyoruz öneriyi. Gelen kadayıf bizi şaşırtıyor. Tadı damağımızda, kesinlikle, şiddetle tavsiye edile !


Çok çok geç olmadan yola koyuluyoruz otele dönmek için. Geç saatlerde deniz bozarsa bizi almalarının zor olacağı konusunda Söğüt’e gitmeden kulağımızı çekiyorlar otelden. Yoldan arıyoruz, alıp otelimize ulaştırıyor bizi otel personeli... hem de mehtaba karşı romantik deniz gezmemizi yapıyoruz. :) Otelin iskelesinde biraz daha deniz + mehtap keyfi yapıp birayla cilalayıp gecemizi, dar atıyoruz kendimizi odamıza. Yattığımız yeri beğenmemek imkansız şüphesiz bu kadar yorgunluğun üzerine. :)

Sabah sakin, ılık bir havaya uyanıyoruz erkenden...aç karnına tertemiz denizle yıkıyoruz yüzümüzü. Ardından hafif bir kahvaltı. Dönüş için zaman yaklaşıyor yavaş yavaş, istemeye istemeye toparlanıp keyif kahvesi sonrası vedalaşıyoruz otelimiz ve personelle. Arabayla son bir Bozburun turu yapıp, hala herşeyin yerli yerinde olduğunu görerek İzmir’e doğru ayrılıyoruz zamanın durduğu bu şirin beldeden. Sınırlı aralıkta, eski anılardan bazılarını tekrar yad etmek bir sonraki Bozburun ziyaretine kalıyor ne yazık ki...