24.09.2010

Eylül


Eylül'ü neredeyse bitirdik, Ekim'e gelmek üzereyiz.

Dışarıda hava bulutlu, yavaştan sonbahar kendini hissettiriyor sanki. Haftasonu da muhtemel yağış gözüken hava raporlarında, kendimize evde film keyfi yaşatma düşüncesindeyiz. :)

Şaka maka cidden Eylül ayı bana iyi gelmiyor sanırım...garip bir halsizlik, isteksizlik, evde sarılıp sarmalanma, pijamalarımla dolaşma modu peydahlandı üzerime ayın başından beri. Kendimi zorluyorum normal hayat akışımdan kopmamak için. (ya da bütün bunlar kendi yaratımım ;), o kadar eylül bana yaramıyor diye söylendim durdum ki ortalıkta... )

Mecburi kullandırılan izinler sebebiyle önümüzdeki haftanın başında evimde, o çoook istediğim moduma kavuşmuş olacağım. İşten kaytarıyorum kısaca... :)

Bakalım kafamda planladıklarımın listesinde kaç tane tik görebileceğim dönüp masama tekrar oturduğumda ?!

Görüşmek üzere...


17.09.2010

Ey Hayalet Gemi !

Ben küçükken bu kadar okuma düşkünü değildim. Annemin beni sırf bir şeyler okuyayım, öğreneyim diyerekten birkaç cilt ansiklopedi ve de kitapla bir odaya kapadığını hatırlarım. :) "Bu odadan çıktığında bana okuduğun bir konuyu anlatacaksın ona göre." demişti gözlerimin içine gözlerini sabitleyerek. Benim odadan çıktığımda anneme anlatabildiğim tek şey ise "yunan mitolojisi" oldu. O zamanlardan bir masal düşkünlüğüm varmış belli. :)))

Bu kadar okumayı ve de kitapları seven bir ailenin içinden üniversiteye, hala tek tük, idare eder şekilde kitap okuyan bir insan olarak adımımı attım. Daha çok etrafımı izlemeyi seviyordum sanırım. Hala seviyorum ama kitaplarımın yeri çook ayrı !

Üniversitedeyken yakın, kitap kurdu bir arkadaşım sayesinde Hayalet Gemi'yle tanıştım. Öyle her kitapçıda, gazete bayiinde bulunabilen bir dergi değildi. Ama uzuuun yıllar azimle bu dergiyi takip ettim ve de belki de ben "okumayı sevmek" konusundaki ilk tohumları bu dergi sayesinde bünyeme ektim.




Borges'i, Küçük Prens'i, Don Kişot'u, Freud'u, Esher'i, bugün bildiğimiz birçok yazarı (Murat Gülsoy, Nazlı Ökten, Ergun Kocabıyık, ve niceleri..) burada tanıdım öğrendim. Dergi, içinde o ayın teması çerçevesinde yazılar, denemeler, hikayelerden oluşurdu ve ben çoğunu soluksuz okurdum. Yıllar önce izini kaybetmiştim ve de üzülerek artık yayınlanmadığını öğrenmiştim. Ama birkaç yıl önce tesadüf eseri,nette gezinirken bulduğum gibi, bütün çıkan sayıları web sayfasında arşivlemişler (http://www.hayaletgemi.com/ ). Hepsini pdf formatında bilgisayarınıza indirip arşivlemeniz mümkün. Kim akıl ettiyse ne iyi yapmış, fikrine ve de uğraşanların emeklerine sağlık. İnsanın hayal gücünü ve de yetilerini geliştiren böyle bir derginin tümden ortadan kalkması ne büyük kayıp olurdu ?!

Umarım herkes benim gibi her sayısından, her yazısından aynı büyük keyfi, lezzeti alır. ;)

15.09.2010

Kahvaltı var, Kahvaltı var !


Uzmanlar uyarıyor; " Günün en önemli öğünü kahvaltı. Güne mutlaka güzel bir kahvaltıyla başlayın. "

Söz dinlemeli derim. ;) Sırf buna hizmet amaçlı da sizinle yeni keşfettiğimiz kahvaltı mekanımızı paylaşmak isteğindeyim bugün. Vakit öğlene yaklaşıyor, eh haliyle ben her zamanki gibim midemdeki derin boşluktan öte bir şey düşünüp, hayal edemiyorum tabiki. :))

Sözüm İzmirlilere, özellikle Karşıyaka'yı kendilerine yurt edinenlere ;), efenim sizlerin çoook da iyi bildiğiniz gibi Karşıyaka'ya aracınızla geliyorsanız kullanabileceğiniz birkaç giriş vardır. Bunlardan biri Karşıyaka sahiline çıkan, oradan sizi dosdoğru iskeleye, çarşıya çıkaran ana giriş, diğeri Soğukkuyu, diğeri Girne, diğeri Şemikler ve de artık doğrudan doğruya Mavişehir'e çıkabildiğiniz yeni otobandan gelen giriş. Biraz karışık mı oldu ne?! :)

Soğukkuyu girişini kullananlar caminin karşısında yer alan Tereci Gıda'ya aşinalardır. Hatta belki önündeki park telaşından kaynaklı, trafiğin alt üst olmasına da azıcık benim gibi sinir olabilirler. :) Burası her türlü kahvaltılık, baharat ve de aktar malzelerini bulabileceğiniz bir nevi mandıra şeklinde bir mahalle bakkalı. İşte bu, aynı Tereci Gıda işlerini genişletmeye karar vermişler ki Mavişehir'de, Koçtaş'ın binasının yanındaki binada kendilerine bir kahvaltı ve de satış yeri daha açmışlar.

Görüp görüp, "hadi deneyelim" dediğimiz bir yerdi, bayram tatili sonrası, oy kullanma üzerine gidip, görmek nasip oldu. İyi ki de oldu, tez zamanda yine gidilee ! :))

Ben inaniyorum ki aynı kalite ve güler yüzle yollarına devam ederlerse yakın zamanda Tereci'ye ancak ve ancak rezervasyon yaptırarak gitmek mümkün olacak.

Mekan çok hoş ! Ahşap ağırlıklı mobilyalar, döşemeler, çini seramikler, yöresel motifler..içerisinde bir bölüm daha büyük gruplara yönelik şark köşesi şeklinde tanzim edilmiş. Ufak bir bahçesi de var. Biz iç mekanı tercih edip yerimize yol yorgunu, bitap şekilde yerleşiyoruz.  Herkes çok ilgili, istersek dışarıdaki masayı da hemen gölgede kalacak şekilde ayarlayabileceklerini belirtiyorlar tekrar tekrar. Ardından soğuk soğuk, bütün yorgunluğumuzu alan, dahası iştahımızı da kabartan bir şerbet ikram ediyorlar kibarca. Mesir macununun suda eritilip soğutulmuş hali gibi şerbet, bütün ağırlığım gidiveriyor üzerimden içerken. ;)

"İlk defa geliyoruz." diyerek kendimizi bizi yönlendiren garsonumuza bırakıyoruz. "Ben sizin için seçip serpme kahvaltı hazırlatayım." diye öneriyor. "Peki" diyerek mutlulukla kabul ediyoruz.

Şimdi gelelim hemen bir parantez açarak bu mekanın neden kahvaltı yapmak için bu kadar hoş ve de tercih edilebilir olduğunu anlatmaya: İlk önce inanılmaz çeşit var; kahvaltılık olarak aklınıza gelebilecek herşey en az iki çeşitten oluşuyor. Her şey göz önünde hazırlanıyor, taze. Dahası burası bir açık büfe kahvaltı yeri gibi; kendiniz büfenin önüne geçip istediklerinizden bir kahvaltı oluşturuyorsunuz. Portakal reçeli sevmiyor musunuz, ceviz reçeli alın o zaman, ya da petek bal sadece, ya da, ya da çiçek balı mı seviyorsunuz, o zaman menünüze onu alın. ;)


Bizim menümüz bal, portakal reçeli, tereyağı, Diyarbakır lepiği (içli köftenin akrabası efendim kendileri ), kuru domatesle karışık yeşil ve siyah zeytin menüsü, domates, salatalık, yumurtalı ekmek, sigara böreği, çökelek (hangi yörenin olduğunu hatırlamıyorum.), 3 çeşit peynir (istediklerinizden seçiyorsunuz; bizimkisi ezine, tulum ve de hellim miydi ?! :))) ), sucuklu yumurta ( bizi iki kişilik isteğimizin fazla gelebileceği konusunda uyardılar. Kendilerine teşekkür ederiz. Cidden porsiyonları büyüktü, tek kişilik yetti.), çemen (biz buna bayıldık ! ), tabiki değişmez çaylarımız ve de farklı ekmeklerden karışık bir sepet. Daha ne olsun ! :))



Kahvaltı sonrasında şöyle bir market kısmını dolaşıp, evin eksiklerini de tamamlayarak 1 taşla 2 kuş vurmuş olursunuz. Benim gibi daha masaya oturduğunuz anda gözünüze kestirdiğiniz fıstık sarma, ceviz burma gibi tatlılar varsa hele, tamamdır tam yerindesiniz ! ;)

Ne demiş uzmanlar; "Kahvaltı en önemli öğündür."


14.09.2010

Şeker Yeşil, Şeker Mavi !


Kalbimi Göcek'in yeşillikleri arasında bırakıp döndüm İzmir'e.. Son umut, bir gece önce oynadığımız sayısalda, büyük ikramiye bize vurmuştur da kalıveririz oralarda diye bekleyip durduk gazetede sonuçları görünceye kadar. Kısmet, bir başka zamana ertelendi hayaller şimdilik..

Şeker Bayramı'nı tatil fırsatı olarak değerlendirip kendini yollara atanlar kervanına katıldık biz de. Kışa doğru yaklaşırken adım adım, ne kadar güneşten ve denizden yararlansak yanımıza kardır mantığıyla iç güdüsel bir hareket halindeyiz. :) Malum kavurucu sıcaklarda güneye inmek delilikti, "eh şimdi zamanıdır." diyerek kendimize lokasyon olarak Göcek civarını seçtik bu seferlik. :)

Bir kaç yıl boyunca yaz-kış Fethiye civarında gezinmişliğim olmasına rağmen, Göcek'e sadece geç bir vakitte yemek için uğramanın dışında, öyle aman aman vakit geçirmişliğim yoktu buralarda..ha bir de atlamamam gerekir ki, 2 sene önce arkadaşlarım ve de kuzenlerimle çıktığım Göcek koylarını gezmek amaçlı mavi tur seyahatimizde erzak almak için Göcek'e ayak basışımız var. Sıcaktan nasıl da kaçmıştık gerisin geri denize..! :)

Her zamanki gibi sabahın kör vakitlerinde yollardaydık, gün bize kalsın istiyoruz haliyle. Kahvaltı niyetine sadece Gusto 'nun bayram çikolataları ve bir bardak süt takviyesiyle yola çıkıyoruz. (yımm yımm!!)

Asıl kahvaltımızı Ortaca'yı geçince Toprakana'da yapmak niyetindeydik, ama bayramın ilk günü kapalılardı. İlk bulduğumuz açık, bizi kabul eden restauranta attık kendimizi; Dalaman'ı geçince sağda, Yosun'a. Belki öyle çok özel bir kahvaltı değildi ama, yeşillikler arasında, nar bahçesine bakan bir masada, koccaa bir ekmek eşliğindeki bu kahvaltı ilaç gibi geldi. :)



Kahvaltı sonrası, 10-15 dk'ya otelimize varıyoruz. Göcek geçidine girmeden önce yol sağa ayrılıyor. Kille plajına doğru dönüyoruz. Durağımız Dalya Life.

6 tane bağımsız küçük evden oluşan Dalya Life bir aile işletmesi. Bütün evler bahçe içerisine, yeşillikler arasına yerleştirilmiş. Açıkcası odalar çok konforlu ve rahattı. Dahası pencerelerimizin biri iç bahçeye, diğeri ise uçsuz bucaksız doğaya açılıyordu. Burada da üşüye üşüye uyumanın tadını çıkardık doyasıya. :)


Sabahları ister istemez erken kalkıyor burada insan, siz de bizim gibi pijamalarınızla ağaçlar arasında bol bool yürüyüş yapabilirsiniz kahvaltı öncesi. Üzerine de su kenarında kazları ekmekle, ya da benim gibi Dalya Life 'ın köpeği Baron'u peynirle besleyerek kahvaltınızı ( Bu özel yer için, daha özel bir kahvaltı beklentisindeydik. Belirtmeden geçemeyeceğim. ) yapabilirsiniz.


Otelimize yerleşip hemen kendimizi deniz kenarına attık. Tavsiye üzerine Günlüklü Koyu'na gidiyoruz. Ah beni oralarda unutsalardı. :))) Günlüklü yol üzerinde hep tabelasını görüp, hiç adım atmadığım bir koydu. Park'a giriş ücretimizi verip sık ağaçlar arasında ilerliyoruz, ve de cennet bir yere ulaşıyoruz.


Sahilde şemsiye ve de şezlonglarımızı kiralayıp hemen bir keyif kahvesi söylüyoruz. Kafede ihtiyacınız olan herşeyi bulabilmek mümkün. Başka da bir şansınız yok doğrusu, isterseniz hazırlıklı gelmeniz de mümkün. Denizi tatlı su karıştığı için biraz bulanık bulabilirsiniz. Ama açıkcası bu kalitede ve nezihlikte bir standartla da gittiğimiz diğer koylarda karşılaşamadık.

Taptaze Akdeniz Salatamız ve de gerçek dometes soslu, tam kıvamında makarnamız.

Günlüklü'de gecelemek isterseniz sadece bir tesis bulunuyor; The Bay Fethiye . Bu otelde gözümüz kaldı diye belirtmek istiyorum. :) Odalar, bungalovlar şeklinde yeşilliklerin arasına  itinayla yerleştirilmiş. Tekneyle gelenler için kendi iskelesi mevcut. İskelenin hemen üzerinde ise restaurant ve bar. Dayanamayıp gidip broşürlerini aldık resepsiyondan. Kasım ayında kapatıyorlarmış sezonu, ama özel gruplar için yıl içinde oteli açmayı düşündüklerini belirttiler. Arkadaş grubuyla çok güzel ve de doğru bir tercih olacağını düşünüyorum. Yapılacaklar listemize ekledik The Bay'ı ! ;)



Dönüş yolunda İnlice Plajı'na da giriyoruz merakımıza engel olamayıp. Birer de akşamüstü çayı peşindeyiz denize karşı. :)


Geniş bir koy İnlice de, ve de mutlaka denizine girmelisiniz. İlk bir metre kumluk gibi, sonra denizin içi koca kocaa kayalarla dolu..deniz gözlüğümü takar takmaz koccamaaan bir yengeç görüyorum iki kaya arasında pembe-gri, balık sürülerini kovalamaktan nefessiz kalıyorum. Oturduğumuz plaj kafesinde de tüple dalışa gelenleri görüyoruz, kesin var bir bildikleri. Sudan çıkası gelmiyor insanın, akşam oluveriyor.

Akşam yemeği için Göcek'in içinde, sahil yolunun sonunda yer alan Can Restaurant'ı tercih ediyoruz. Biraz hayal kırıklığı açıkcası, ama yine de seçtiklerimiz lezzetli. (menüdeki en ilginç şeyleri alıyoruz sadece.) Lezzetli ve kıvamında pişirilmiş balıkla sonlandırıyoruz yemeğimizi.

Maş Börülcesi Salatası, Süzme Yoğurtlu Kabak, Karides ve tabiki rakının yanına Kavun Peynir

Ertesi gün erkenden Göcek sahilindeyiz. Bayram izdihamından kaynaklı daha özel bir deniz turu isteğimizi içimize gömüp, istemeye istemeye 80 kişilik bir günlük tura ertesi gün için "he" diyoruz.

Rotamızı Ölüdeniz'e çeviriyoruz. 20-30 km sonra ufak bir benzin molasının ardından denize ulaşıyoruz. Saat 11 civarında milli park içerisine girdiğimizde henüz doluluk oranı % 60'lardaydı. Sıcağa ancak 3 saat dayanabilip kendimizi arabamıza dar attığımız da ise içerisi tamamiyle dolmuş, dahası kapı önünde 8-9 arabalık bir sıra vardı. Benim düşüncem böyle tatil zamanlarında Ölüdeniz Koyu'nun hiç de iyi bir tercih olmadığı, bilgilerinize.

Dönüşte yine merakımıza engel olamayıp Fethiye'yi geçtikten sonra solda yer alan Katrancı Koyu'na uğruyoruz. Burası da oldukça kalabalık bir koy, zira kampçıların yeri. :) Plajın hemen gerisinde çadır alanı ormanın içerilerine kadar giriyor.



Akşam Dalyan yollarındayız. İlla duyduk, okuduk ya mavi yengeç deneyeceğiz. İnsan bazen her tavsiye edilen konusunda bu kadar ısrarcı olmamalı. :)) Dalyan da kaldığımız yere yaklaşık 20-30 km mesafede. ( http://www.viamichelin.com/ sayfasında 33 km gözüküyor. Kontrol edildi, bilgilerinize sunuldu. ) Dalyan'ın hemen içinde Köşem Restaurant'a oturuyoruz. İnanılmaz özensiz bir yer; servis,temizlik,lezzet..kesinlikle,ama kesinlikle tavsiye etmiyorum, uzak durun. Mavi yengeci iki sene önce İztuzu plajına giderken kanal üzerinde avlayıp,pişirip,servis yapan büfe teknelerden denemiştim ilk..emin olun Köşem'inkisine göre çok daha lezzetli ve de hijyenikti.

Arka masamıza oturan çift de bizim gibi araştırıp gelmişler. Mavi yengeç denemek istiyorlar. İyi niyetli bir şekilde garsondan tavsiye istiyorlar ve de önerisine uyarak birisi 2 tane, diğeri ise kendi için 3 tane istiyor. Kulak misafiri olduğumuz sohbetlerinden kazıklandıklarını düşündüklerini duyuyoruz. Mavi yengeç menüde yemesi zor, eti oldukça az, zahmetli ve de doyurucu olmayan bir yemek. Bu şekilde tavsiye isteyen müşterilerini, bu konuda uyarmaları gerekir diye düşünüyorum.

Kendimiz için, deneme amaçlı birer mavi yengeç isteyerek , öncesinde ise mekanın tek güzel şeyi olan sıcak pideyle ve de kavun, peynirle karnımızı doyurarak, bir daha gelmemek üzere ayrılıyoruz Köşem'den.


Mavi Yengeç ve Geriye Kalanlar


Ertesi gün erkenden en büyük korkumuzla yüzleşmek üzere yine Göcek sahilindeyiz. Tur teknemize biniyoruz biraz isteksiz, 12 Adalar turumuz başlıyor. Açıkcası hiç de umduğumuz gibi olmadığını söylemeliyim. Tamam kalabalık bir tur olabilir, ama insanlar çok kibar ve saygılıydı. Hiç bir aşırılıkla karşılaşmadık. Dahası en büyük korkumuz olan yüksek ses müzik ise neredeyse hiç olmadı. Arada 5-10 dk'lık müzik dinletileri dışında pek öyle bağrın bağrın çınlamadı teknemiz, koylarda ise müzik hemen kapatıldı. Güneşlenmek için minder kaptık ve de neredeyse çok sıcak saatler dışında çoğunlukla sere serpe teknenin ön tarafında yayıldık. Bol boool yüzmek ve de Göcek mavisinin tadını çıkarmak için birebirdi diyebilirim.  ;)




Her günlük turun farklı rotaları var. Bu sebeple bazı koylar dışında çok da aşırı bir kalabalığa denk gelmedik. Hani insanların üzerine denize atlamak zorunda kalırsam diye bayağı korkuyordum ben yola çıkarken, ama hiç de düşündüğüm gibi sorun olmadı. Dedim ya doya doyaa yüzdük. ;)


Bedri Rahmi'nin "Balık" resmi ve onun koyda başlattığı sanat çalışmalarının diğer örnekleri
Sabah 11 gibi ancak yola çıkabilen turumuz, akşam saat 18'de bizi Göcek sahiline bırakıyor. Ufak bir şehir turu, birkaç ufak alışveriş sonrasında tatilin en güzel yemeğini yemek üzere Mercan'a oturuyoruz. Ne zamandır böyle lezzetli pizza yememiştim, Domino's da nedir yahu!! :)) yanına da buss gibi birer bira, salata ikramları.. herşey özenli, temiz ve de inanılmaz lezzetli ! Göcek'te mutlaka uğranılası nokta olarak Mercan'ı listeme ekliyorum. ;)




Akşam Dünya Basketbol Şampiyonası'nda finale çıkmak için oynayacak milli takımımızın maçını izlemek için otelimizin konforuna dönüyoruz. Ne yazık ki ben erkenden sızıp kalıyorum serin yatağımda, uykumun arasında heyecanlı bağrışmalarını duyuyorum takımımıza destek veren otel ahalimizin..

Ertesi gün güneş doğarken dönüş yolundayız yine, malum referanduma yetişeceğiz...kahvaltımızı bile oy sonrasına saklıyoruz. Görev bizi bekler. ;)

2.09.2010

Kuzey'in Dağları, Taşları...

Sabahın göz görmez yağmuru altında attım kendimi şehire.

Hiiiiç dışarı çıkasım yok, hava deli dolu, sağı solu belli değil. Mecburen servis koltuklarında bekliyorum arabamın periyodik bakımdan çıkmasını. :)

Tatilde İzmir'in kuzeyindeydik. Kuzey derken, yani Türkiye'nin en batı ucuna 17 km mesafede, Behramkale - Assos'ta.



Ben, biraz Marmara çocuğu sayılırım. Bu civarlarda büyüdüm, bol bool yüzdüm..en bakir hallerine aşinayım, en bakir hallerini bilirim. Şaka maka en azından 15 sene öncesinden bahsediyorum. Benim ortaokula ilk adım attığım yıllarımdan ! Altınoluk'un bir avuç evden, bir avuç insandan ibaret olduğu zamanlardan ! Sahilde toplasan 5-6 kişiyi anca bulabildiğimiz anlarda, iki arkadaş oturup dua ederdik, bir sebep olsa da insanlar buralardan denize girse diye. Sanırım dualarımız kabul oldu. Şimdi artık o bizim insanlarla doldurmak için adaklar adadığımız sahil boyunca, denize ulaşabilmek için insanların üzerinden atlamanız gerekiyor. Bir şeyi dilerken insanın çoook düşünüp taşınıp bunu dillendirmesi gerek, artık eminim.


Sabahın en sakin zamanlarında yollardaydık yine. Güneş yeni yeni sıcağını, ışığını verirken İzmir üzerine başladı yolculuğumuz. Tam kahvaltı zamanında, planladığımızdan bile önce, Ayvalık'a girmiş, arabamızı park edip Güler pastanesinin mis gibi sıcacık lorlu böreği ve de zeytinyağlı sakızlı kurabiyelerini alıp, sahilde çayımızı söylemiştik.  "Aç gözlülük mü yaptık" acaba diye düşünürken, börek kapış kapış 10 dk içinde tükeniverdi. Üzerine birer kurabiye ve birer taze çayla daha cila yaptık. :)


Pastanede, azimle bıkmadan, usanmadan bir blog sayesinde aklıma yer etmiş " pudra şekerli göçmen böreklerini " sordum durdum. Ama her seferinde " kıymalı kol böreğimiz, lorlu böreğimiz var. " şeklinde bir cevapla susturuldum. :) Hevesim kursağımda kaldı. Her giden sorsun bir zahmet :)), belki böylece Güler'in fırınından yeniden çıkmaya başlar, kim bilir.

Yol üzerinde ikinci durağımız tabiki Altınoluk'tu: Evim, evim, güzel evim ! :) Yıllardır üç, beş günden fazla gidip de kalamadığım evim. Ama yine de benim anılarımdaki yeri ayrı. Çoook güzel zamanlarım, dahası çocukluk yıllarım oralarda geçti. Altınoluk'a uğramışken asıl köye çıkmadan, denize yukarıdan bakmadan, asırlık çınar ağacının gölgesinde soluklanıp, buzz gibi koruk suyundan içmeden olmaz. Eğer bizim gibi tok gitmezseniz bir de yanına benim çook sevdiğim kapaktan kesme denilen puf puf böreklerden söylemeyi de sakın unutmayın.




İyice dinlendiğimize göre artık hiç durmadan yolumuza devam edebiliriz. :)

Küçükkuyu'dan Assos yoluna dönüp sahilden devam ediyoruz. Yol boyunca solumuz yer yer deniz, sağımız solumuz ise kamping alanları ve de bol bool zeytinlik. Sonunda Behramkale Köyü'ne varıyoruz. Önünüze çıkan tabela sizi şaşırtmasın. Biri dosdoğru köyün içine giriyor, diğeri ise köyün etrafından dolaşıp eski limana inen yolla birleşerek köyün diğer ucuna çıkarıyor sizi.




Joy-Inn Butik Otel için köyün diğer ucundan girmek en mantıklısı. Köyün içindeki yol çift taraflı trafiği kaldıramayacak kadar dar, etrafı sıkışık. Yolu takip edip tam karşınızdaki, sağında bir kafe, solunda hediyelik eşya satan küçük dükkanın bulunduğu ara sokağa girerseniz de dümdüz çıkıp önünüzde oteli buluveriyorsunuz. (Bir tabela mı koysalar ne ?! :P )



Biz otelimizi çook beğendik. Odalar geniş, ferah, ve de çok hoş döşenmişti. Binanın tam köşesindeki odadaydık ve de iki duvardaki, iki pencereyi açtığımızda perdeleri uçuran bir esintinin içinde kalıveriyorduk. Klimanın bulunmadığı, şimdiye kadar kaldığım ilk butik oteldi. Sebebini akşam uyurken anladım. Hava o kadar güzel ki sıcaklamıyorsun. Tam tersi serinlikten dolayı, özellikle sabaha karşı örtünecek daha kalın bir şeyler arayışına giriyorsun. Bütün sezonun en rahat ve huzurlu uykusuydu uyuduğumuz. Odalarda kalorifer tesisatı, petekler var sadece, sonbahar ve kışın da oldukça rağbette olmasından dolayı.



Denize girmek için kadırga koyunu tercih ettik 2 gün boyunca. Upuzuuuun bir kumsal, pırıl pırıl, tertemiz bir deniz...mavi bayraklı laf aramızda. Şah Mat oldu bizim durağımız; yemekler güzel, sahilde de şezlongları ve geniş şemsiyeleri var. Ama biraz erken gidin tavsiyem, insanlar kumsalda sayılı şemsiyenin kavgasını yapıyordu bütün gün. Geç kalırsanız eğer, yoğun çekişmeli saatler sizi bekler haberiniz olsun. ;)



Akşam eski limana indik. Biz inişi yaparken güneş de yavaş yavaş kaybolup gitti. Manzarası, küçücük bir yerleşim de olsa o korunmuş dokusu harika Assos'un. Ama Akdeniz'deki uzun tatilimiz ardından burada keyfimize göre, yöreye has, çok da özel bir lezzet, nevi şahsına münhasır bir yer bulamadık ne yazık ki. Eski liman benim kanımca vasat balık lokantılarının olduğu bir yerdi. Sanki önünüze ne gelirse, her nasılsa yersiniz tarzında bir işletmecilik var. Mezeler kötüydü; kabak çiçeği dolması ve köz patlıcan sanki lezzetsizliğini gizlemek için zeytinyağına boğulmuştu . Levrek kupkuru geldi, ki deniz levreği olduğundan bile şüpheliyiz. En güzeli sanırım salataydı, bir de haklarını yemiyeyim yemek sonrası ikram ettikleri taze çay.



Tatlı hakkınızı mutlaka dondurmaya ayırın. Benim favorim bal badem ve de kaymak. İsterseniz bir nevi waffel diyebileceğimiz (ki orada adı vaffıl ! ), sıcak kornet arasına fındık ve çikolata sürülüp, dondurma konularak yapılan tatlıyı da deneyebilirsiniz. :) İç kısımdaki dondurmacıdan alın derim, çünkü benim çocukluğumdan beri bildiğim, Assos'un ilk ve tek dondurmacısı zaten kendileri. ( Rekabet zor ! "Hangisi canım ya karıştırırsam?!" derseniz, gözünüze gözünüze mutlaka sokuyor merak etmeyin. )



İkinci akşamımızı Behramkale köyünün içinde, hem gezinip o dokuyu içimize sindirerek, hem de biraz daha yavaş tempo dinlenerek geçirdik. Otelimizden aldığımız tavsiye üzerine köy kahvesinin karşısındaki Assos Restaurant'ı tercih ettik. Kesinlikle doğru tercih ! :) Bir önceki günün bedbahtlığı ve hayal kırıklığı sonrası, bu küçük, şirin restaurant ilaç gibi geldi. Yediğimiz herşey ayrı ayrı lezzetli ve tazeydi. Menümüz yöresel yoğurtlu salata, yaprak sarma (ilk defa ev dışında bu kadar tatlı bir sarma yedim.), köz biber, kendilerince pişirdikleri Assos'un patlıcan yemeği, testi bardaklarda ayran, ev yapımı muhallebi ve tabiki peynir tatlısından (höşmerim diyorlar, ama bildiğiniz höşmerimden farklı, fırında ısıtılarak da servis edilebilen peynirli,unlu bir tatlı. ) oluşuyordu.


Bu güzel yemeğin üzerine bir de üstüne karşı kahvede, fincanda pişen dibek kahvesi içtiniz mi, işte ondan sonra tadınıza doyum olmuyor. :)

Ertesi gün dönüş yolundaydık, eski ve de yeni anıların imgeleri, içimizdeki tınıları eşliğinde. Assos' u gezdik, gördük ama henüz kuzey planlarımızı tamamına erdiremedik. Daha görülüp keşfedilecek Kaz Dağları Köyleri var. ;)