31.12.2010

Hoşgeldin Yeni Yıl !


Çok değişik bir yeni yıl başlangıcı benim için 2011. :)

Farklı hisler içerisinde, bool heyecanlı bir giriş yapacağım yeni yıla.
O kadaaar fazla yazmak istediğim, ama zamansızlık ve telaştan kaynaklı ajandamda birikmiş anı ve not var ki. Ne yazık ki uzun bir zaman diliminde bu telaş içerisinde oradan oraya koşturuyor olacağım. Şikayetçi değilim, ama ihmalkarlığım yüzünden azıcık kendime sitemkarım.

Yine mazaretim var; çünkü evleniyorum beeeen. :))))

2011 itibariyle biriken yazılar, yeni birikmiş deneyimler ve anılar blog takipçileriyle paylaşılacaktır efendim. Merak yok ! :)

Şimdiden saat gece yarısı 12'yi vurmuş gibi, herkesin ama büyük, küçük, okuyan, okumayan herkesin yeni  yılını kutluyorum. Bütün mutluluklar sizlerin, bizlerin olsun. :))) ( Kulaklığımda çalan şarkı "Şebnem Ferah- Sil Baştan "..günün anlam ve önemine uygun. )

17.12.2010

Başkent Madrid

Sabahın oldukça erken saatlerinde Barselona'dan ayrılarak Madrid'e doğru yola çıktık. Önümüzde 6-7 saatlik karayolu yolculuğu olmasının verdiği ruh hali + son birkaç günün yorgunluğu otobüsümüz hareket eder etmez, ne kadar gözlerimi açmaya çabaladıysam, o kadar boşa kürek çekmiş olarak sızıp kaldım. Ara ara gözlerimi aralayabildiğimden hatırlayabildiğim yegane manzara uçsuz bucaksız yeşillikler arasındaki güzel, şirin evler ve de alabildiğine zeytinlikler...

Madrid'e doğru yol aldıkça, deniz seviyesinden yükselmenin etkisiyle geçiş yaptığımız karasal iklim belirtisi, havanın an be an tatsız bir şekilde kararıp soğuğa dönmesi oldu.

Yolculuğun tam ortası, tur şirketimizin bize güzel bir kazık olarak kakalayıp ekstra tur ücreti aldığı, aslında yol üzerinde bir durak noktası olmaktan öte bir yer olmayan Zaragoza'ydı. Farklı bir ülke sınırları içerisinde elbette ki olabildiğince çok yer görebilmek fikri güzel olmasına rağmen, bu şekilde anlamsız bir zaman kaybını insanın içine sindirebilmesi pek de kolay olmuyor (ki karayolculuğu yeterince yorucu ve de zaman kaybıydı). Benim için en ilginç yanı yıllardır seramik sektöründe çalışan biri olarak iş yaptığımız, ve de ürün hazırladığımız Parselanosa fabrikasını görmek oldu. :)


Zaragoza'da yaklaşık 2 saatlik bir mola verdik. Şehir içerisinde ufak bir tur ve de bir şeyler atıştırmak dışında çok da fazla bir şey yapabilecek vaktimiz olmadı.


İspanya'da büyük, küçük fark etmez her şehrin içerisinde büyük bir katedral mevcut. Katedral meydanından başlayarak şehrin sokaklarında turluyoruz, bir yandan da gözlerimiz atıştırabileceğimiz bir yer arayışında.


Kısa bir turun ardından o çok sevdiğimiz Pinços'lardan yiyebileceğimiz bir bar-restaurant buluyoruz; Sagardi. Aman dikkat her kürdan çöpünün tanesi yaklaşık 3 euro, ve de bu lezzetli atıştırmalıklarla doymak ne mümkün ! :)


Atıştırmalıklarımızı birer Bavaria birasıyla daha da keyifli hale getiriyoruz. İspanya'ya giderseniz eğer unutmamanız gereken yemek, içmek ve de keyif ülkesinde olduğunuz..Tadını çıkarın boool ! ;)


Tur otobüsümüze binebilmek için, katedral meydanına doğru geri dönüyoruz şehrin farklı sokaklarından geçerek. Görebildiğimiz kardır. :)
  
İspanya'nın neredeyse her şehrinde, hatta her şehrin içinde de 3-5 tane görebileceğiniz meşhur Pronovias mağazası. Gözüm gelinliklerde kaldı. ;)



Benim her gördüğüm yerde vitrin camlarına yapışıp kaldığım pastaneler. :)))


Renkli tasarım mağazaları.


Eskiyi hırpalamadan modern yapılar da şehrin içerisinde kendilerine yer bulabiliyor. 

Zaragoza tipik bir Avrupa kenti havasında, birçok farklı ülkede görebileceğiniz nehir manzarasını burada da görebilirsiniz. Kente ait son görüntümüz, nehrin üzerinden geçen köprüyü fonumuza alarak çekildiğimiz fotoğraflarımız oluyor. Malum yolumuz uzun, yolcu yolunda gerek ! Ancak akşam, hava karardıktan sonra Madrid'e giriş yapabileceğiz.



Madrid'e yoğun trafik eşliğinde girdik. Otelimize varışımız bu sebeple yaklaşık bir saat kadar daha uzadı. Barselona'nın mütevazi büyüklüğü ve de rahat havası, Madrid'in yoğunluğu, koşuşturması ve de metropol havasıyla taban tabana zıt. İspanya'nın Başkenti ve de en büyük kenti olmasından kaynaklı belki, ilk anda kendinizi kaybolmuş hissediyorsunuz.

Konaklamamızı Hotel Praga Madrid'de yaptık. Lokasyon olarak çok iyi bir yerde olduğunu söyleyemeyeceğim, fakat ulaşım kolaydı. Dahası TripAdvisor üzerindeki fotoğraflar sizi yanıltmasın, kesinlikle görünenle kaldığımız aynı değildi. :)  Dahası, açıkçası bu otelin 4 yıldızı nasıl aldığı konusunda oldukça şüphelerimiz var. İlk olarak, çok köhne bir oteldi. Asansörler inanılmaz kötüydü; odaya çıkabilmek de, lobiye inebilmek de ciddi sorun haline geldi. Özellikle birkaç turun birleştiği bir yoğunlukta. Kahvaltı inanılmaz kötüydü. Dahası gecenin bir yarısı arkadaşlarımızın odasına dalanlar oldu. Bütün bunları dikkate alarak, eğer başka seçeneğiniz yoksa tabiki kalınabilir. Merak edenler için bakınız; http://www.tripadvisor.com/Hotel_Review-g187514-d228644-Reviews-or10-Hotel_Praga-Madrid.html#REVIEWS . Özetle Barselona'daki otelimizin konforunu mumla aradık.

Otelimize yerleşip, eşyalarımızı odamıza bıraktıktan sonra, kaybettiğimiz zamanı telafi etmek istercesine kendimizi sokaklara attık. Barselona'da olduğu gibi burada da taksi oldukça makul (otelimizden merkeze 10-12 euro civarında tutuyordu.), ama otelimizin hemen önünde yer alan durağı kullanarak trafik riskine rağmen şehir merkezine otobüsle gitmeyi tercih ettik.

Bir iki ufak sorma faslından sonra Plaza Mayor'da bulduk kendimizi. Burada büyük bir turizm enformasyon bürosu var. Hiç bilmediğiniz bir yerde yapılması gereken ilk iş bu bürolara girip mümkün olan her bilgi ve de broşürü toparlamak. :) Yemek yiyebileceğimiz yerlerle ilgili ufak bir bilgilendirme sonrası Plaza Mayor yakınındaki Botin üzerinde fikir birliğine vardık. :)


Botin Menüsü.


Eğer Madrid'e gün ola yolunuz düşerse bir gün buraya lütfen uğrayın. Madrid'in gerçekten görülesi, yaşanılası yerlerinden biri listesine girmesi gereken bir restaurant. Guinness rekorlar kitabında dünya üzerindeki en eski restaurant olarak yer aldığını belirtmeden geçemeyeceğim. Karşılama, servis, güler yüz, temizlik ve de lezzet dört dörtlüktü. Muadil bir yer bulamadığımız için iki gecemizin de yemek mekanı oldu, vazgeçemedik. ;)


Ev Şarabı isterseniz getirdikleri şişe ve de karizmatik garsonumuz. :)


Çok net görünemese de giriş olarak aldığımız mantar (inanılmaz lezzetli!) ve de peynir tabağı, bitiriş olarak da muhteşem mango üzeri dondurma (en hafif ve mideyi rahatlatıcı tatlılardan biri ). Tatlı olarak diğer masalara getirilirken görüp, aklımızın kaldığı kendilerine has suflelerini de denemenizi önerebilirim. Menüdeki her şey ayrı ayrı lezzetliydi.

Muhteşem Sebzeli Biftek


 ve de lezzetli kuzu kol.

Tıka basa yemek sonrası artan yorgunluğumuza daha fazla dayanamayıp otelimize dönüyoruz. Ertesi gün kahvaltı sonrası Madrid içerisinde ufak bir şehir turu yaparak, Kraliyet Sarayı'nın önünde gruptan ayrılıyoruz. Yaşasın özgürlük ! :)


Mudejar tarzda, yani romanesk ve gotik üslupların Arap mimari tarzıyla birleşmesinden oluşan üslupta, boğa güreşlerinde kullanılan arena.

Real Madrid Stadı


Madrid Şehir Manzaraları



8.12.2010

Barselona'dan Muhtelif Yerler, Muhftelif Anılar - 2

Barselona'da kaldığımız otel Sagrada Familia'ya çok yakındı. Yaklaşık 3-4 saatlik Kilise turumuzun ardından otele yürüyerek dönmeye karar veriyoruz. Asıl niyetimiz bir tapas dükkanı bulup açlığımızı biraz geçiştirmek. :)

Yürüyüş yolumuzdan bir görüntü - Torres Agbar
Novotel City, Barselona'nın her yerinden görülebilen Torres Agbar - Agbar Kulesi'ne bir, iki bina mesafedeydi.

Hayal ettiğimiz Tapas dükkanı, artık ümidi kesip "bari Burger King'den bir şeyler yiyelim" diyerek gittiğimiz otelimizin karşısındaki, büyük alışveriş merkezinin köşesinde karşımıza çıkıverdi. ;)

Sonunda deneyebildiğimiz Sangria
Canas y Tapas'da mantar ve kalamar da söylüyoruz birer porsiyon. Mantarın tadı damağımızda kalıyor, seyahatimizin kalanında sürekli sayıklıyoruz.  :)))

Otelimizde biraz dinlenip akşam yemeği için enerji toparladıktan sonra kendimizi yine şehrin sokaklarına atıyoruz. Son durağımız birçok yerde okuduğumuz, adını duyduğumuz Salamanca.

 Metroyla La Rambla'ya gidip yürüyüşümüze başlıyoruz. Başlar başlamaz da kokulara dayanamayarak kendimize birer waffel alıyoruz.  :)

                             
La Rambla'dan denize doğru indikçe havanın soğuğu daha fazla hissedilmeye başlıyor, rüzgar da artıyor. Maremagnum'a doğru ilerliyoruz, nedense aklımızda Salamanca bu alışveriş merkezinin yakınında gibi kalmış. Onun yerine Tapa Tapa'yı keşfediyoruz. 2 gün boşuna La Rambla üzerinde aramışız. :)



Sonunda, sora sora, düşündüğümüzden fazla aramış, düşündüğümüzden fazla yürülmüş ve de düşündüğümüzden fazla üşümüş olarak Salamanca'ya ulaşıyoruz. Bizden daha mutlusu yok, başlasın ziyafet ! Paella - İspanyol Pilavı yiyeceğiz, çoook heyecanlıyız. :)

Porsiyonlara dikkat; bu iki kişilik bir tabak. Biz dört kişi bitiremedik.


Masaya oturduğunuz anda hemen domatesli ve de zeytinyağlı ekmek geliyor. Birçok yerde sormadan getiriyorlar ve de cüzzi de olsa bir ücreti var. Arkasından İspanya'da rastladığınız, acı olduğunu söyledikleri, bence hiç de acı olmayan ama çoook lezzetli biber kızartması geldi masamıza ikram olarak. Ne yazık ki porsiyonlar o kadar fazlaydı ki muhteşem deniz mahsüllü Paella'mızın yarısı tabağımızda kaldı. Mutlaka denemeniz gereken yemekler listesinde kendileri ilk sırada geliyor. Ardından da anasonlu bir kek ve de muhtemelen ağzınızın içini temizleyebilmeniz için, kanımca saf alkol olan likör ikram edildi. :)

Ertesi günün ilk durağı Pazartesi günleri müzeler kapalı olduğu için salı gününe bıraktığımız Fundacio Joan Miro - Joan Miro Müzesi'ydi. Miro'nun resimleri bana sürrealizm akımının uç noktası gibi gelir nedense. Herşeye rağmen kitaplardan bildiğim, tanıdığım bir ressamın resimlerine bir adım öteden bakıp inceleyebilmek beni inanılmaz heyecanlandırıyor. Oldukça geniş bir Miro kolleksiyonu, resimle ilgilenenlerle buluşturuluyor bu müzede. Sanat tarihine adını yazdırmış Miro'nun yapıtlarını, doğduğu kentin topraklarında, kısıtlı zamana rağmen izleyebilmek büyük bir keyifti. Metroyla rahatlıkla gidebildiğiniz İspanya Meydanı'ndan, 50 ya da 55 numaralı otobüslerle müzeye ulaşabiliyorsunuz. ;)
,

Miro Müzesi sonrası, aynı bölgede oldukları için Poble Espanyol'u görmeye karar verdik. Burası küçük bir kale içine inşa edilmiş İspanya'nın evleri, sokaklarıyla bir modeli.


İçerisinde kafeler, yemek yiyebileceğiniz yerlerin yanında sergi salonlarının, el sanatlarıyla ilgili atölyelerin ve de mağazaların bulunduğu bir nevi park. Hem açık, temiz havada yürüyüş yapmış, hem de şehir dokusundan kopmamış, oranın kültürüyle ilgili bir şeyler öğrenmiş oluyorsunuz.


Poble Espanyol içerisinde seramikten, cam işlerine, deriden, ahşap işlerine kadar çeşitli ürün, hediyelik eşya bulabilmek mümkün. Dükkanların içerileri çooook renkli ! :)


Poble Espanyol içerisinde kısa bir tur sonrası şehir merkezine, La Rambla'ya dönüyoruz. Meyve ve balık pazarında - La Boqueria'da ufak bir mola veriyoruz. Malum bu kadar gezmeye biraz vitamin lazım. :)


Karışık bir meyve tabağı ve de bir tabak ahududuyla kendimize ziyafet çekip, Barselona sokaklarına geri dönüyoruz.


Passeig de Gracia boyunca yürüyoruz, mağazalara, binalara baka baka..karşınıza sürekli dikkate değer bir şeyler çıkıyor. :)


Son akşamımızın yemek mekanı Placa Reial' daki (La Rambla üzerinde, solunuzda kalıyor.), Les Quinze Nuit. Buraya gitmek niyetindeyseniz eğer çok geç gitmemenizde fayda var. Belli bir saatten sonra önünde ciddi bir kuyruk oluyor. Dahası garsonlar inanılmaz kaba, sinirleriniz sağlam değilse her an birinin saçını, başını yolabilirsiniz. Ama Barselona'da yediğimiz en ucuz yemekti. Porsiyonlar da gayet 1 kişinin tüketebileceği oranda. Sanırım daha global bir restaurant oldukları için bu kadar rağbetteler. Balık görecek halimiz kalmadığından tavuktan yana tercihlerimizi kullandık ve bitişi de "Cream Catalana" ile tamamladık. ;)


Ertesi gün yeni bir maceraya başlamak üzere Madrid'e doğru yoldaydık...