2.09.2010

Kuzey'in Dağları, Taşları...

Sabahın göz görmez yağmuru altında attım kendimi şehire.

Hiiiiç dışarı çıkasım yok, hava deli dolu, sağı solu belli değil. Mecburen servis koltuklarında bekliyorum arabamın periyodik bakımdan çıkmasını. :)

Tatilde İzmir'in kuzeyindeydik. Kuzey derken, yani Türkiye'nin en batı ucuna 17 km mesafede, Behramkale - Assos'ta.



Ben, biraz Marmara çocuğu sayılırım. Bu civarlarda büyüdüm, bol bool yüzdüm..en bakir hallerine aşinayım, en bakir hallerini bilirim. Şaka maka en azından 15 sene öncesinden bahsediyorum. Benim ortaokula ilk adım attığım yıllarımdan ! Altınoluk'un bir avuç evden, bir avuç insandan ibaret olduğu zamanlardan ! Sahilde toplasan 5-6 kişiyi anca bulabildiğimiz anlarda, iki arkadaş oturup dua ederdik, bir sebep olsa da insanlar buralardan denize girse diye. Sanırım dualarımız kabul oldu. Şimdi artık o bizim insanlarla doldurmak için adaklar adadığımız sahil boyunca, denize ulaşabilmek için insanların üzerinden atlamanız gerekiyor. Bir şeyi dilerken insanın çoook düşünüp taşınıp bunu dillendirmesi gerek, artık eminim.


Sabahın en sakin zamanlarında yollardaydık yine. Güneş yeni yeni sıcağını, ışığını verirken İzmir üzerine başladı yolculuğumuz. Tam kahvaltı zamanında, planladığımızdan bile önce, Ayvalık'a girmiş, arabamızı park edip Güler pastanesinin mis gibi sıcacık lorlu böreği ve de zeytinyağlı sakızlı kurabiyelerini alıp, sahilde çayımızı söylemiştik.  "Aç gözlülük mü yaptık" acaba diye düşünürken, börek kapış kapış 10 dk içinde tükeniverdi. Üzerine birer kurabiye ve birer taze çayla daha cila yaptık. :)


Pastanede, azimle bıkmadan, usanmadan bir blog sayesinde aklıma yer etmiş " pudra şekerli göçmen böreklerini " sordum durdum. Ama her seferinde " kıymalı kol böreğimiz, lorlu böreğimiz var. " şeklinde bir cevapla susturuldum. :) Hevesim kursağımda kaldı. Her giden sorsun bir zahmet :)), belki böylece Güler'in fırınından yeniden çıkmaya başlar, kim bilir.

Yol üzerinde ikinci durağımız tabiki Altınoluk'tu: Evim, evim, güzel evim ! :) Yıllardır üç, beş günden fazla gidip de kalamadığım evim. Ama yine de benim anılarımdaki yeri ayrı. Çoook güzel zamanlarım, dahası çocukluk yıllarım oralarda geçti. Altınoluk'a uğramışken asıl köye çıkmadan, denize yukarıdan bakmadan, asırlık çınar ağacının gölgesinde soluklanıp, buzz gibi koruk suyundan içmeden olmaz. Eğer bizim gibi tok gitmezseniz bir de yanına benim çook sevdiğim kapaktan kesme denilen puf puf böreklerden söylemeyi de sakın unutmayın.




İyice dinlendiğimize göre artık hiç durmadan yolumuza devam edebiliriz. :)

Küçükkuyu'dan Assos yoluna dönüp sahilden devam ediyoruz. Yol boyunca solumuz yer yer deniz, sağımız solumuz ise kamping alanları ve de bol bool zeytinlik. Sonunda Behramkale Köyü'ne varıyoruz. Önünüze çıkan tabela sizi şaşırtmasın. Biri dosdoğru köyün içine giriyor, diğeri ise köyün etrafından dolaşıp eski limana inen yolla birleşerek köyün diğer ucuna çıkarıyor sizi.




Joy-Inn Butik Otel için köyün diğer ucundan girmek en mantıklısı. Köyün içindeki yol çift taraflı trafiği kaldıramayacak kadar dar, etrafı sıkışık. Yolu takip edip tam karşınızdaki, sağında bir kafe, solunda hediyelik eşya satan küçük dükkanın bulunduğu ara sokağa girerseniz de dümdüz çıkıp önünüzde oteli buluveriyorsunuz. (Bir tabela mı koysalar ne ?! :P )



Biz otelimizi çook beğendik. Odalar geniş, ferah, ve de çok hoş döşenmişti. Binanın tam köşesindeki odadaydık ve de iki duvardaki, iki pencereyi açtığımızda perdeleri uçuran bir esintinin içinde kalıveriyorduk. Klimanın bulunmadığı, şimdiye kadar kaldığım ilk butik oteldi. Sebebini akşam uyurken anladım. Hava o kadar güzel ki sıcaklamıyorsun. Tam tersi serinlikten dolayı, özellikle sabaha karşı örtünecek daha kalın bir şeyler arayışına giriyorsun. Bütün sezonun en rahat ve huzurlu uykusuydu uyuduğumuz. Odalarda kalorifer tesisatı, petekler var sadece, sonbahar ve kışın da oldukça rağbette olmasından dolayı.



Denize girmek için kadırga koyunu tercih ettik 2 gün boyunca. Upuzuuuun bir kumsal, pırıl pırıl, tertemiz bir deniz...mavi bayraklı laf aramızda. Şah Mat oldu bizim durağımız; yemekler güzel, sahilde de şezlongları ve geniş şemsiyeleri var. Ama biraz erken gidin tavsiyem, insanlar kumsalda sayılı şemsiyenin kavgasını yapıyordu bütün gün. Geç kalırsanız eğer, yoğun çekişmeli saatler sizi bekler haberiniz olsun. ;)



Akşam eski limana indik. Biz inişi yaparken güneş de yavaş yavaş kaybolup gitti. Manzarası, küçücük bir yerleşim de olsa o korunmuş dokusu harika Assos'un. Ama Akdeniz'deki uzun tatilimiz ardından burada keyfimize göre, yöreye has, çok da özel bir lezzet, nevi şahsına münhasır bir yer bulamadık ne yazık ki. Eski liman benim kanımca vasat balık lokantılarının olduğu bir yerdi. Sanki önünüze ne gelirse, her nasılsa yersiniz tarzında bir işletmecilik var. Mezeler kötüydü; kabak çiçeği dolması ve köz patlıcan sanki lezzetsizliğini gizlemek için zeytinyağına boğulmuştu . Levrek kupkuru geldi, ki deniz levreği olduğundan bile şüpheliyiz. En güzeli sanırım salataydı, bir de haklarını yemiyeyim yemek sonrası ikram ettikleri taze çay.



Tatlı hakkınızı mutlaka dondurmaya ayırın. Benim favorim bal badem ve de kaymak. İsterseniz bir nevi waffel diyebileceğimiz (ki orada adı vaffıl ! ), sıcak kornet arasına fındık ve çikolata sürülüp, dondurma konularak yapılan tatlıyı da deneyebilirsiniz. :) İç kısımdaki dondurmacıdan alın derim, çünkü benim çocukluğumdan beri bildiğim, Assos'un ilk ve tek dondurmacısı zaten kendileri. ( Rekabet zor ! "Hangisi canım ya karıştırırsam?!" derseniz, gözünüze gözünüze mutlaka sokuyor merak etmeyin. )



İkinci akşamımızı Behramkale köyünün içinde, hem gezinip o dokuyu içimize sindirerek, hem de biraz daha yavaş tempo dinlenerek geçirdik. Otelimizden aldığımız tavsiye üzerine köy kahvesinin karşısındaki Assos Restaurant'ı tercih ettik. Kesinlikle doğru tercih ! :) Bir önceki günün bedbahtlığı ve hayal kırıklığı sonrası, bu küçük, şirin restaurant ilaç gibi geldi. Yediğimiz herşey ayrı ayrı lezzetli ve tazeydi. Menümüz yöresel yoğurtlu salata, yaprak sarma (ilk defa ev dışında bu kadar tatlı bir sarma yedim.), köz biber, kendilerince pişirdikleri Assos'un patlıcan yemeği, testi bardaklarda ayran, ev yapımı muhallebi ve tabiki peynir tatlısından (höşmerim diyorlar, ama bildiğiniz höşmerimden farklı, fırında ısıtılarak da servis edilebilen peynirli,unlu bir tatlı. ) oluşuyordu.


Bu güzel yemeğin üzerine bir de üstüne karşı kahvede, fincanda pişen dibek kahvesi içtiniz mi, işte ondan sonra tadınıza doyum olmuyor. :)

Ertesi gün dönüş yolundaydık, eski ve de yeni anıların imgeleri, içimizdeki tınıları eşliğinde. Assos' u gezdik, gördük ama henüz kuzey planlarımızı tamamına erdiremedik. Daha görülüp keşfedilecek Kaz Dağları Köyleri var. ;)


2 yorum:

  1. İzmir'den çıkıp benzer bir rotayı balayında izlemiştik biz :) Harika ve sıradışı bir balayı yaşadığımızı söyleyebilirim. Sonbahardı ve kimseler yoktu. Son durak Çanakkale'ye kadar kıyı şeridi boyunca gitmiştik. O kadar keyif almıştık ki aynı geziyi 3 yıl sonra arkadaşlarımızla gerçekleştirmiştik. Ah, yazdıklarını okuyunca yine gidesim geldi :))

    YanıtlaSil
  2. Çanakkale'ye çook eskiden gitmiştim Bernacım ben, ama aman aman dolaşma imkanım olamamıştı. Umarım bir ara oraları da doyasıya gezmek istiyorum. ;)

    YanıtlaSil