Bundan yaklaşık 2 sene kadar önceki blog yazılarımdan birinde Bozburun'dan
bahsetmiştim. (http://www.mineaytac.blogspot.com/search/label/Bozburun)
3 hafta kadar önce eşimle, işte o beraber çıktığımız ilk tatil anılarımızı yad
ettik. :)
Gezlong üzerinden denk geldiğim bir kampanyayı
görünce eşime "Gel seni Bozburun'a kaçırayım." dedim. :) Uzun
zamandır tekrar gitmek istiyorduk, kırmadı beni tabiki. Bizim için Bozburun'un yeri ayrı. Sanırım
duygusal bir bağ var aramızda...eninde sonunda, günün birinde tekrar ve tekrar,
içimizde bir şeylerin bizi oraya atacağını biliyoruz. Her gidişimizde ayrı
keyif aldığımız, dinlenip neşelendiğimiz yerlerden biri Bozburun. :) O yüzden
üzerinden çok da zaman geçmeden, sıcağı sıcağına yazmak istedim bu kaçamağımızı, biraz tekrar olsa da.
Aslında yazın ve birkaç tatil fırsatında da gitmek için yer
bakmıştım Bozburun otellerinde. Ama ya çok pahalı geldiler, ya da benim, bizim
basiretimiz bağlandı, 2 senedir tekrar o taraflara uğrayabilmek bir türlü nasip
olmadı. Bu sefer göz kararttık, çıktık yola. ;)
Gerçekten deli işi bir kaçamak oldu aslına bakarsanız, 350 km'nin
üzerinde yol yapmak, bir yere neredeyse günübirlik gitmek için hiç de akıl karı değil. Ama
her anına değerdi; zerre yorgunluk ve pişmanlık oluşmadı bünyemizde! :)
Hani kaba bir deyim vardır ya "Kargalar.....yemeden", nokta
nokta kısmını siz tamamlayın lütfen, hah işte tam da o vakitlerde, cumartesi
sabah saat 6'yı biraz geçe yollara atmıştık kendimizi. İlk durak, ilk sefer
Bozburun'a gidişimizde olduğu gibi Çınar'dı.
Karnımız oldukça açıkmış bir şekilde, saat 9 civarlarında Çınar Restaurant'a
vardık. 2 sene önce nasılsa, aynı bıraktığımız gibi bizi bekliyordu herşey. Tek
fark, yaz sezonu kapanmış olduğundan ortalık biraz daha sakindi.
Yeşillikler içinde, etrafınızda kazlar, tavuklar,
kedicikler... biraz onları, biraz kendimizi besleyerek dolu dolu, zengin bir
kahvaltıyla renklendirdik sabahımızı. :)
Serpme kahvaltı (içine puf böreği de dahil) + sucuklu yumurta + otlu peynirli gözleme + 2 tane taze nar - portakal suyu, tıka basa yemenin bedeli 50 TL, kişi başı 25 TL. Açık açık yazıyorum ki, 2 sene sonra tekrar gidebilirsek fiyatları kıyaslayabilelim. ;)
Selimiye - Bozburun yolu keyifli, deniz
kenarından giden manzaralı bir yol. Her geçişimde ayrı zevk alıyorum, etrafta “aa
şuna bak, aa buna bak” diyebileceğiniz şey çok ! Selimiye’yi geçerken otelimizi
arayarak nerede olduğumuzun bilgisini verip, bizi nasıl alabileceklerini
soruyoruz. Sonrasında da manzaraya dayanamayıp Selimiye’ye kuş bakışı, 5 dakika
fotoğraf molası veriyoruz.
Bozburun’a girerken oteli tekrar arayıp
ufak bir tarif alıyoruz. Zaten aşinayız çevreye, son durağımızı bulmak hiç zor
olmuyor. :) Çantaları indir, arabayı uygun yere park et derken bizi
almaya gelen tekne de görünüyor kıyıda (kıyıdan otele ancak dar bir patika
uzanıyor, bu yüzden ulaşım deniz üzerinden)..ve hoop denizin üzerindeyiz. :) Başka
hiçbir yerde böyle bir bakirlik, böyle bir hava, böyle bir mavilik yok sanırım.
Bütün yol yorgunluğu uçup gidiyor. Deniz havasını içimize çeke çeke yol
alıyoruz suyun kıpırtıları üzerinde. :)
2 sene öncesine göre birkaç bina eklenmiş
kıyı panaromasına...ama yine de hala doğanın yabanlığı koruyor kendini. O yeni
binalardan biri otelimiz; Baldan Suites. Henüz bu yazın başında başlamışlar
hizmet vermeye. Hemen yanında Karia Bel, onun da yanında Bozburun Yat Kulübü..., sağında, koyun içine doğru Orfoz ve de onun yanında Sabrina’s House.
Orfoz ne yazık ki kapanmış, taşınıyorlardı..Bodrum'daki restaurana yatırım için satmışlar Bozburun şubesinin olduğu evi...yeni sahibi konut olarak kullanacakmış. :(
Deyim yerindeyse kapıda karşılanıyoruz.
Bütün personel, otel müdüründen, teknedeki kaptanımıza kadar herkes çoook
samimi ve içten. Gezlong üzerinden standart oda almış olmamıza rağmen jest yaparak
bizi deniz manzaralı, deluxe odaya yerleştiriyorlar. :)
Ufak bir
kahve ikramının ardından odamıza geçiyoruz, ve de hemen üzerimizi değiştirip
atıyoruz kendimizi deniz kenarına. Şansımıza, bize söylenene göre, hava birkaç gündür bozuk olmasına
rağmen günlük güneşlik, sıcacık..deniz daha da sıcak! :)) Sezonu
bool güneşlenip, denize girerek kapatıyoruz...Bozburun’da balık oldum daha ne! :))
Akşamüstü tekneyle Kapı Ağzı'na
götürüyorlar otel müşterilerinden isteyenleri, adadaki tavşanları görüyoruz.
Biraz etrafa bakıp bol bool yüzmeye devam ediyoruz. Deniz dibinde kabuk avına
çıkıyorum heyecanla, zorla çıkarıyorlar sudan. :) Otele
döner dönmez oyalanmadan odamıza çıkıp hazırlanıyoruz. Akşam planımız belli; 2
senedir sayıkladığımız Söğüt’te batırmak günü.
Tekneyle bizi aldıkları yere bırakıyorlar.
Arabamızı alıp yola çıkıyoruz. Herşey 2 sene önce bıraktığımız gibi. Yol
üzerindeki tekneler, yatlar...doğanın gerilim filmlerinden fırlamış gibi duran
ıssız halleri...
Gün batımına az kala, 20 – 30 dakikalık
yol sonrası ulaşıyoruz Söğüt’e. Hiç oyalanmadan Denizkızı Restaurant’a yürüyoruz
sahilden. Bomboş ortalık, 2 sene önce ucundan son masayı kapmıştık. Bizim
arkamızdan bir çift daha giriyor restaurana. Ardından masalar doluyor akşam
yemeği için yavaş yavaş, şaşırıyoruz. :) Söğüt’ün gün batımı gibisi
yok...keyfimize diyecek de! :)
Daha çok ot ağırlıklı, hafif birkaç meze
söylüyoruz; pazı kavurması, börülce, kabak çiçeği dolması, rakının olmazsa
olmazı kavun + peynir. Levrek yemek istemiyoruz. Lagos büyük geliyor. Barbunda
karar kılıyoruz. Asıl 2 senedir sayıklayıp, hayalini kurduğumuz ahtapotun
keyfini çıkarmak istiyoruz doya doya. Benim isteğimle geleneksel Tekirdağ
seçimimizi de yeşil üzüm rakısıyla değiştiriyoruz. 20’lik istiyoruz yola
çıkacağımız için,” yok 35’lik verelim kalanı ayarlarız” diyorlar, “peki”
diyerek kaderimize boyun eğiyoruz. :)
Ufak ufak demlenerek günü batırıyoruz. Ardından acele etmeden
ahtapot ızgaramızı koyuyorlar önümüze. Hiçbir yerde Söğüt’te yediğimiz
ahtapotun tadını bulamadık, bulamayacağız sanırım. Et lif lif ağızda dağılıyor,
yumuşacık. Yine hayallerimizde kalıyor lezzeti, sırf bunun için bile gelinir
Bozburun’a, Söğüt’e. Ardından balık..bu arada bakmışız 35’liğin dibini de
bulmuşuz anlamadan. Deniz havası içirip, yediriyor napalım?! :)
Yemeğin
sonunda ağzımızı tadlandıralım diyoruz. Ahtapotun sırrını öğrenmeye çalışırken ne önerirsin diye soruyoruz garsonumuza, ser verip sır vermiyor uğraşlarımıza
rağmen ama tatlı için ekmek kadayıfı diye ısrar ediyor. Hiç oraların ekmek
kadayıfının meşhur olduğunu duymamıştım, benim bildiğim ekmek kadayıfı
yiyeceksen Afyon’a gideceksin. İkbal’in şehir içindeki ilk yerine. ;) “Vardır
bir bildiği” diyerek kabul ediyoruz öneriyi. Gelen kadayıf bizi şaşırtıyor.
Tadı damağımızda, kesinlikle, şiddetle tavsiye edile !
Çok çok geç olmadan yola koyuluyoruz otele
dönmek için. Geç saatlerde deniz bozarsa bizi almalarının zor olacağı konusunda
Söğüt’e gitmeden kulağımızı çekiyorlar otelden. Yoldan arıyoruz, alıp otelimize
ulaştırıyor bizi otel personeli... hem de mehtaba karşı romantik deniz gezmemizi
yapıyoruz. :) Otelin iskelesinde biraz daha deniz + mehtap keyfi yapıp birayla
cilalayıp gecemizi, dar atıyoruz kendimizi odamıza. Yattığımız yeri beğenmemek
imkansız şüphesiz bu kadar yorgunluğun üzerine. :)
Sabah sakin, ılık bir havaya uyanıyoruz
erkenden...aç karnına tertemiz denizle yıkıyoruz yüzümüzü. Ardından hafif bir
kahvaltı. Dönüş için zaman yaklaşıyor yavaş yavaş, istemeye istemeye toparlanıp
keyif kahvesi sonrası vedalaşıyoruz otelimiz ve personelle. Arabayla son bir
Bozburun turu yapıp, hala herşeyin yerli yerinde olduğunu görerek İzmir’e doğru
ayrılıyoruz zamanın durduğu bu şirin beldeden. Sınırlı aralıkta, eski
anılardan bazılarını tekrar yad etmek bir sonraki Bozburun ziyaretine kalıyor
ne yazık ki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder